Dijital Öyküler #3: Pastane
Günümüz popüler kültürünün bize sunduğu çoğu kitap, film ve dizide; dünyada milyonlarca insanın içinde yaşadığı teknolojinin gerçek yansımalarına o kadar az rastlıyoruz ki...
Soft Commitment’ın ‘old’ları hatırlar’, karımın/eşimin (bu iki kelimeyi de sevmiyorum ama…) kaleme aldığı, içerisinde hepimizin gündelik hayatlarından ‘dijital esintiler’ de barındıran öykülerden üçüncüsü ile bugün karşınızdayız.
Bir adım geriye atmak gerekirse; bugünün popüler kültürünün bize sunduğu çoğu kitap, film ve dizide; dünyada milyonlarca insanın içinde yaşadığı teknolojinin gerçek yansımalarına o kadar az rastlıyoruz ki… Distopik hikayeler ve bazı özel istisnalar dışında ya hiçbir atıf yapılmıyor ya da bu atıfı yapanlar ellerine yüzlerine bulaştırıyor.
Biz de bu seriye 3 sene önce başlarken (zaman ne kadar da hızlı geçiyor…), dijital dünya'yı öyküleştirmek için yola çıkmıştık. Yani sıradan, her gün zihinlerimizde dönen konulardan ve yaşadıklarımızdan…
Geçmişte yayınladığımız öyküler de kaçıranlar veya yeniden okumak isteyenler için burada: Dijital Öyküler #1: Tehlikeli Kodlar & Dijital Öyküler #2: Yanlış Takip
Geri bildirimlerinizi ve arkadaşlarınızla paylaşmanızı bekliyoruz.
Keyifli okumalar!
Öykü: Nuriye Doğu
Görsel: DALL-E
Günlerden çarşamba, en sevdiği okul günü. Çünkü beslenme çantası için ‘serbest gün’ o gün; 4-A sınıfında peynir, zeytin ve domatese mola. Kucağında küçük kardeşiyle merdivenlerden ağır ağır inen annesini beklemeden, koşa koşa Şanlar Pastanesi’ne girdiği ve kokusu tüm sokağı kaplayan o nefis poğaçalardan beslenme kabına kestirdiği çarşamba sabahları. Şimdilerde herkesin ‘sağlıksız’ diyip burun kıvırdığı dumanı üstünde o pastane poğaçası, bol yağlı.
O günlerin üzerinden tam 28 sene geçti. Ama hâlâ köşeyi her dönüşünde, o tabelayı her görüşünde aklında o tatlı sabahlar ve o güzelim kokular canlanıyor. Ama yanında koca bir iç çekişle. Üniversiteye başladığı sene ayrıldığı çocukluk evine 8 ay önce geri döndü. Tek başına. Babasını ani bir kalp krizinden kaybettikten sonra annesi de duramadı o evde. Ve şehirde. Kendisi gibi ‘yalnız kalan’ ablasının yanına, Balıkesir’e gitti. Teyzesi neşeli bir kadındı, annesinin acısına iyi geldi. Şimdilerde keyifleri yerinde. Küçük kardeşi de üniversite için gittiği İngiltere’den bir daha hiç dönmedi. Artık sadece o vardı; kentsel dönüşümle baştan aşağı değişen sokağında ve çocukluk evinde, yapayalnızdı.
Ve Şanlar Pastanesi de yoktu artık. Dönüşüm yutmuş; mahalle, o sıcacık poğaçaları çoktan unutmuştu. O ‘çok işlek’ köşe dükkan, sadece 2 ay boş kaldıktan sonra isminden sadece bir ‘Ş’ atılarak, Anlar Pastanesi’ne dönüştü 4 ay önce ve abartılı dekorasyonuyla sokağın yeni haline cuk oturdu. Anıların üzerine. Adından atılan tek bir ‘ş’ ile. Bu ne üzücü bir özensizlikti. Oraya tam 47 yılını veren, çocukluğunun Asım amcasına saygısızlıktı düpedüz. Üstelik sonradan öğrendi ki o güzelim dükkanı Asım amcanın elinden ne hilelerle, değerinin çok daha altına almışlardı. Bu hikaye çok incitmişti onu. Ama annesi bile “Ah be Leylacım çok abarttın, zaten çok eskiydi o pastane, kimse de artık oradan bir şey almıyordu. Hem sana ne oluyor böyle, koca kadın bir de salya sümük ağla istersen” demişti telefonda. Ağladı da. Çok sıkılmıştı kendinden, son dönemde artan bu hisli hallerinden.
Şu son bir yılda o kadar çok değişti ki... Liseden beri hayalini kurduğu, üzerine gece gündüz çalıştığı, sonunda hatrı sayılır bir yer edindiği yazılım dünyası, hayatında bambaşka kapılar açmıştı. Çevresi günden güne genişlemiş, dünyanın birçok şehrini hem iş için gezmiş, hem dönem dönem yaşamış, saç tellerine kadar hayatın tüm cilveleriyle, iyisiyle-kötüsüyle tanışmıştı. Önce Türkiye’nin dev şirketlerinde yazılım geliştirici olarak çalışmış, sonra soluğu diğer pek çok meslektaşı gibi yurtdışında almıştı. Almanya’da çalıştığı teknoloji şirketi Facebook tarafından satın alınınca hikayesi ABD’ye, Kaliforniya’ya kadar uzanmıştı.
Şimdi düşünüyor da, tek bir boş an bile bırakmamış kendine. Ne doğru düzgün bir aşk yaşamış, ne de dostluk sanki. Değmiş mi peki? Şimdi tüm bu sorularla yapayalnız işte. Buradan geçmişine bakınca. Buradan; aile evindeki salonun o geniş penceresinden. Bunca yıl durup düşünmediği her şey, bir anda toplanıp, büyük bir isyan başlatmış gibi içinde bir yerlerde. Bu kadar hızla nereye koşmaya çalışmış ya da neden kaçmış? Bu sorunun hâlâ cevabı yok. Hatırladığı bir travması da yok işin garibi - çocukluğuna inmek- gerekirse diye.
Üstelik kendi bile hâlâ inanamasa da, artık bir işi de yok. Uğruna gecelerce uyumadığı, bazen yemek yemeyi bile unuttuğu, gözlerinin bozulmasına sebep o işi yok. Hem de kendi elleriyle imzaladığı istifa mektubuyla. Belki de ABD’de ‘gap year’ denilen, 8-10 sene kariyer yaptıktan sonra düşülen boşluk hissine kapılmıştı o da. Bir de tabii pandemi… Pandemiyle birlikte gelen hem büyük işten çıkarmalar hem de dev istifa dalgası da bir süredir kafasını kurcalıyordu zaten. Ekibinin de yarısı ya ayrılmış ya işten çıkarılmıştı. Hiçbir şeyin tadı kalmamıştı, içinde yer aldığı o süslü , kocaman projeler anlamlı gelmiyordu artık. Birkaç yıl önce sorsan, gülüp geçebileceği bir şaka olabilirdi bu sadece. Şimdi hayatının en somut gerçeği. Günleri bomboş. Neyse ki 4 sene Facebook’ta çalışmasının ardından hak kazandığı hisseler sayesinde kabarık sayılabilecek bir banka hesabı var da, en azından parayı dert etmeyecek. En azından.
Günleri artık çok sakin, hatta neredeyse boş. İçinde kendi emeği, ürünleri olan, çok gurur duyduğu Instagram’ı bile kullanmıyor artık. Sabahları çok erken uyanıyor; yıllardır günün bu saatlerini hiç görmemişti. Uçak saatleri hariç. Kalkıyor, çocukluğundan kalma o vitrinin karşısındaki koltukta oturup kahvaltısını yapıyor ve pencereden sokağı izliyor. İlk karşısına çıkansa, yeşilin bugüne kadar gördüğü en kötü tonunda hazırlanmış Anlar Pastanesi logosu. Pırıl pırıl vitrinde parlıyor, insanın gözlerini yakıyor. Üstelik sahibi daha da fena. Sık sık kapının önünde sigara içen, yıkamadığı bezlerle masaları silen, sonra yine yıkamadığı eldivensiz elleriyle müşterilere simit, poğaça, kurabiye saran 50'lerinde özensiz bir adam. Müşterisi bol ama buna rağmen adamın yüzü bir an bile gülmüyor. Yanında çalışan iki gence bağırıp duruyor. Ne biçim esnaf bu? Uzaktan bile rahatsız ediyor bu sahne onu. Ya da acaba çocukluk anılarının üzerine çöktüğü için mi bu kadar takılıyor.
Bir sabah dayanamayıp iniyor pastaneye, gülümseyerek "Günaydın" diyor, adamın yüzü yine asık. Sigarasını daha yeni söndürmüş belli, dumanı hâlâ üstünde tütüyor. Tam sipariş verecekken, arka taraftan elinde üç çayla gelen genç garson, 'şangır şangır' bir sesle bardaklardan birini kırıyor. Adam, gence öyle bir tepki veriyor ki, sanki dükkanı başına yıkılmış! Özensizce paketlenen poğaçalarını alıp, arkasına bakmadan çıkıyor pastaneden. Eve çıkıp bir ısırık alıyor ki, o lokmayla içinde bir şeyler ters düz oluyor sanki. Midesi bulanıyor gibi ama değil. Sanki bunca yıl bekleyen, hayatındaki tüm bulantılar tek bir yerde toplanıyor o an. Bir lokmalık tahammülü kalmış gibi hissediyor. Bir poğaça lokması kadar.
Dünyaya haddini bildirmek istiyor o an. İntikamını almak. Herkesten. Dünya küçülüyor, küçülüyor ve o pastaneden ibaret oluyor sanki. O kötü esnaftan. Hırsız değil, şiddete karşı. Peki nasıl alacak intikamını? Aklına en iyi bildiği şey geliyor: Açıyor bir süredir dokunmadığı bilgisayarını ve tüm online sipariş uygulamalarını... Garson çocukları bir an masalara serviste, hemen ardından motosiklet tepesinde siparişlerle görmesine şaşmamalı. Bizim aksi esnaf tüm sipariş uygulamalarına girmiş. Hiçbir fırsatı es geçmemiş. Gerçi puanları pek parlak değil ama yine de iş yapıyor belli. Zaten kim o poğaçalara beş yıldız verir ki!
Ve yüzünde sinsi bir gülümsemeyle başlıyor intikam saati. İlk iş pastanenin telefonla aldığı siparişleri, yaptığı otomatik aramalarla hattı sürekli meşgul ederek engellemek oluyor. Az da olsa pastanenin kendi sitesinden gelen siparişler için siteyi ulaşılamaz hale getiriyor. Tabii sosyal medya hesaplarını da! Ayrıca sosyal medyada kurduğu gruplarla da mahalleliyi de kötü hizmete karşı organize ediyor. Bir yandan da bot hesaplarla pastanenin puanını düşürdükçe düşürüyor. Yemek platformlarındaki kötü yorumlar da cabası… Aslında gerçekleri yazıyor. Yıldızlar düştükçe adamın tepesi günden güne iyice atıyor. Siparişler azalıyor belli, motorlar artık tek tük çalışıyor. Pastaneye gelen gidenin de günden güne ayağı kesiliyor. Çok garip, işler beklediğinden de hızlı kötüleşiyor.
Garsonlardan biri işten çıkarılana kadar vicdanında en küçük bir sızlama hissetmiyor. Ama o gün ilk kez “İleri mi gittim” diyor. Kısa bir süre sonra da devren satılık ilanını görünce yine kendinden hiç beklemediği bir şey yapıyor. Ve gidip pazarlık ediyor! Artık kontrolünü kaybetmiş gibi, işler sanki onun dışında gelişiyor. Birisi yap diyor, o da önünü ardını düşünmeden yapıyor sanki. Kim bu; küçük Leyla mı, ya da Asım amcanın hayaleti! Ve sonunda batan gemiyi gayet uygun bir fiyata devralıyor. Bir anda dünyanın en garip hikayesinin içinde buluyor kendini. Artık bir pastanesi var! Çocukluk pastanesi. İlk iş Asım amcaya ulaşmak istiyor, “Al devam ettir çocukluk anılarımı, Şanlar Pastanesi şanıyla yaşasın” demek istiyor. Ama olmuyor, ailesine ulaştığında, “Birkaç ay evvel kaybettik babamızı” cevabını alıyor oğlundan. Yıkılıyor ama şimdi pes edemez. Yıllardır babasının yanında işi öğrenen oğlu geliyor aklına bu kez. Hem 3 çocuğuyla belli ki o da zorda. Konuşuyor, anlaşıyor, hızla işe koyuluyor. Ve Şanlar Pastanesi tam 2.5 ay sonra 'eskilenen yüzü'yle yeniden açıyor kapılarını. Deneye deneye ulaştıkları 28 yıl öncenin tadı tekrar diziliyor vitrine. Tam da şu cümle: Hayat işte!
Kendisi tabii ki anlamadığı mutfak işlerine karışmıyor. O işler ortak ettiği Asım amcanın oğlunda. Online siparişlerse onda. Yapay zekayla işler tıkırında! Harika bir görev dağılımı. Öyle eskisi gibi hem garson hem kurye sistemi de değil üstelik. Herkesin görevi ayrı, herkesin işi kendine. Yatırım yapmaktan çekinmiyor. Bu tabii siparişlere de yansıyor. Tıkır tıkır işliyor pastane. Eskinin tadıyla, yeninin hızı bir arada. Sonra fikir gelişiyor, etrafta güvendiği esnafı da dahil ettiği bir 'lokal online sipariş' uygulamasına dönüşüyor. Böylece mahalleli temiz ve dürüst işin güzelliğini tadıyor. Esnaf daha çok kazanıyor, mahallenin işsiz gençleri kendine bir yer buluyor, insanlar da verdiği paranın karşılığını alıyor. Ve inanmayacaksınız ama oralarda bir yerlerde -bir süreliğine- hayat bayram oluyor.
Son.
Herzaman analizi ve yorumu keyifliydi okul arkadaşımın:) sakinliğinde saklıydı tüm hikayeler.. hafızana ve yorumuna sağlık:)
olağanüstü bir öykü. bu satırların yazarının yazacağı tek bir kelimeyi bile merakla bekliyorum öyküler çok daha fazlalaşır umuduyla